Gerçek demokrasinin etimolojik kökeni
"demos" (halk) ve "kratos" (egemenlik) kelimelerine
dayalıdır. Gerçek demokrasi, kısaca, halkın egemenliği demektir. Gerçek
demokraside egemenliğin gerçek sahibi "birey" ve nihayetinde, bir
devlet sınırları içerisinde yaşayan "halk"tır.
Demokrasi, yüzyıllar boyunca insanlığın hep ideali
olmuş, ancak günümüze değin bir "fantazma" olmanın ötesine
gidememiştir. Demokrasinin gerçek anlamı, insanlık tarihi boyunca çarpıtılarak
anlam erozyonuna ve yorum enflasyonuna uğratılmıştır. Tarihte en katı otokratik
rejimler bile demokrasi kelimesini kendilerine yakıştırabilmişlerdir. Marksist
demokrasi deyimi bunun bir örneğidir.
Bugün çok özendiğimiz çağdaş batı demokrasileri de
maalesef gerçek demokrasinin özüne ve ruhuna tümüyle uygun değildir. Gerçek
demokrasi, şüphesiz, bir fazilet rejimidir. Ancak, çağdaş batı ülkeleri
demokrasi yolunda çok önemli mesafeler almakla birlikte, bugünkü haliyle bir
fazilet rejimi olmaktan çok uzaktırlar.
Günümüzde genel ve eşit oy sistemine dayalı
"katılım" ve "temsil" çağdaş demokrasilerin temel
özelliklerinden birisidir. Buna temsili demokrasi adı verilmektedir. İkinci
olarak, çağdaş demokrasilerde "çoğulculuk" ilkesi geçerlidir. Çoğulcu
demokrasi (plüralizm) siyasi partilerin sayıca çok olması ve iktidar için
rekabet etmeleri anlamına gelmektedir. Üçüncü olarak, çağdaş demokrasiler, esas
itibariyle çoğunlukçu demokrasi özelliğine sahiptir. Çoğunlukçuluk, seçim ve
oylama mekanizmasında oy çokluğu ilkesinin geçerli olması demektir. Son olarak,
çağdaş demokrasilerin bir diğer önemli kurumu da parlamentonun üstünlüğü
ilkesidir. Bu son ilke de, parlamenter demokrasi olarak adlandırılmaktadır.
Bugün, çağdaş batı demokrasilerinde uygulanmakta
olan temsili demokrasi ya da yarı- doğrudan demokrasi gerçek demokrasi demek
değildir. Gerçek demokraside egemenliğin meşru kaynağı halktır. Günümüz temsili
demokrasilerinde egemenlik hakkı ve yetkisi milletin seçtiği temsilcilere
devredilmiştir. Dolayısıyla, temsili demokrasilerde seçimle işbaşına gelen
siyasal iktidarlar buradan hareketle sık sık "milli irade"yi temsil
ettiklerinden sözederler. Uygulamada kendilerini milli iradeyi temsil eden bir
kurum olarak gören siyasal iktidarlar, millet adına sahip oldukları güçleri ve
yetkileri, seçilmiş oldukları dönem içerisinde gelecek seçimler endişesi ve
kuvvetler ayrılığı kurumu dışında başka bir sınırlamaya tâbi olmaksızın
istedikleri şekilde kullanabilmektedirler.
Temsili demokrasilerde seçimle iş başına gelmiş
siyasal iktidarın, milli iradeyi temsil eden bir kurum olarak kabul edilmesi
büyük bir hata ve yanılgıdır. Bir kere, çağdaş temsili demokrasiler çoğunlukçu
demokrasi özelliğine sahip olduklarından, demokraside halkın ya da milletin
iradesi değil aksine çoğunluğun iradesi geçerlidir. Çoğunluk iradesini milli
irade olarak kabul edip, siyasal iktidarı güç ve yetkisini kullanması yönünden
tümüyle meşru olarak görmek doğru değildir. Ancak, oybirliğiyle ya da
oybirliğine yakın bir çoğunlukla (kaliteli çoğunluk ya da nitelikli çoğunluk)
seçilmiş bir iktidar, milli iradenin temsilcisi olduğunu söyleyebilir. Yoksa,
basit çoğunlukla iktidarı kazanan bir parti ya da oylarını birleştirerek
çoğunluk oluşturan partiler (koalisyonlar) hiçbir zaman milli iradenin
temsilcisi olarak kabul edilemezler.
Çoğunlukçu demokrasi; siyasal ilgisizlik, siyasal
bilgisizlik ve siyasal unutkanlık adı verilen faktörler dolayısıyla gerçek
demokrasi olmaktan fazlasıyla uzaktır. Toplumda herkes siyasal kararlara ve
uygulamalara ilgi göstermeyebilir. Bu bireysel ilgisizlik ve kayıtsızlık
dışında devlet de bazen depolitizasyon politikası ile vatandaşları siyasal
katılımdan uzak tutabilir.
Çoğunlukçu demokrasiyi zaafa uğratan bir diğer neden
de siyasal bilgisizliktir. Seçmenlerin eğitim ve kültür seviyelerinin düşük
olması gibi nedenlerle vatandaşlar doğru tercih ve kararlarda
bulunamayabilirler. Siyasal partiler, siyasal manipülasyonlar (yalan-dolan,
aşırı vaatte bulunma, propoganda vs.) yaparak seçmenin cehaletinden istifade
ederek onun tercihini kolaylıkla kendi çıkarları doğrultusunda
etkileyebilirler. Ayrıca, siyasal unutkanlık adını verebileceğimiz bir diğer
faktör dolayısıyla, önceki seçimlerde aldatılmış seçmen siyasal
manipülasyonlarla tekrar kandırılabilir.
Bugün çağdaş demokrasilerde halk gerçek anlamda bir
siyasal egemenlik imkânından yoksundur. Demokrasi olarak adlandırılan yönetimde
maalesef halkın değil, siyasal iktidarın ve çıkar ve baskı gruplarının
egemenliği söz konusudur.
Çağdaş demokrasileri esasen plütokrasi olarak
adlandırmak mümkündür. Eski Yunanca plutos (zenginler) ve kratos (iktidar)
kelimelerinin birleştirilmesiyle oluşturulmuş olan plütokrasi kavramı günümüzde
çıkar ve baskı gruplarının egemenliği olarak ifade edilebilir.
Bugün, çağdaş demokrasilerde "kutsal
parlamento" ya da "yüce meclis" düşünceleri de çoğunlukçu
temsili demokrasinin zaafından ve çarpıklığından başka bir şey değildir.
Parlamentonun üstünlüğü, yüceliği ya da kutsallığı ancak gerçek demokrasinin
kurallarının ve kurumlarının işlemesi ve varlığı halinde sözkonusu olur. Bir
kurum, ancak içindekilerle yüceltilebilir. Doğru olmayan karar, tercihler ve
çıkar lobileri ile oluşturulmuş bir parlamentonun yüceliğinden ve üstünlüğünden
sözedilemez. Maalesef, bugünkü haliyle parlamenter demokrasilerde parlamentonun
üstünlüğü fikri o kadar yerleşmiştir ki, parlamentonun yetkilerinin
sınırlanması önerilerinin antidemokratik olacağı savunulur olmuştur.
Demokrasi kavramı, yönetimin kimin elinde bulunduğu;
liberalizm ise, yönetimin ekonomik güç ve yetkilerinin kapsamı ile ilgilidir.
Yönetimin bir tek kişi veya bir grup ya da zümre elinde bulunması
"otokrasi"; halkın elinde bulunması ve temsilcileri aracılığıyla
kullanılması ise "demokrasi" yi ifade etmektedir.
Devletin ekonomik alandaki gücünün ve yetkilerinin,
yani devlet yönetiminin kapsamının sınırlı olduğu bir ekonomik düzen
"liberalizm", bunun tersi ise, yani devletin ekonomik güç ve
yetkilerinin geniş olduğu; sınırsız ya da aşırı devlet müdahalesinin söz konusu
olduğu bir ekonomik düzen ise "totaliterizm"dir. Daha kısa bir
ifadeyle, liberalizm, sınırlı devlet; totaliterizm ise, sınırsız devlet ya da
aşırı müdahaleci devlet anlamına gelmektedir.
Totaliter rejimlerde tüm üretim faktörleri devlet
tarafından sahiplenilmiştir ve özel mülkiyet sözkonusu değildir veya çok
sınırlıdır. Totaliter rejimlerde ekonomide merkezi bir planlamayla kimin için,
nasıl ve ne miktarda üretim yapılacağına karar verilir. Totaliterizmde ekonomik
ve siyasi özgürlükler sözkonusu değildir veyahut oldukça sınırlıdır. Ekonomik
özgürlüğün olmaması; üretici için, teşebbüs özgürlüğünün, tüketici için, tercih
özgürlüğünün olmaması anlamına gelir.
Uygulamada her ne kadar adına marksist demokrasi ya
da sosyalist demokrasi dense de totaliter rejimlerde demokrasi, yani halkın
egemenliği değil, bürokrasinin egemenliği sözkonusudur. Sonuç olarak,
totaliterizmin demokrasi ile uzaktan yakından bir alakası yoktur. Sovyet
Rusya'nın yıkılması ile birlikte totaliterizmin ne kadar anti-demokratik ve
özgürlükçü olmayan bir rejim olduğu daha iyi anlaşılmıştır.
Demokrasi, insan haklarını ve özgürlüklerini korumak
ve güvence altına almak için yeterli olamaz. İnsanın ekonomik hakları ve
özgürlükleri ancak liberalizm ile korunabilir. Liberal ekonomik düzende, hür
teşebbüs ve tüketici için tercih özgürlüğü sözkonusudur. Devletin ekonomik
alandaki gücünün ve yetkilerinin, görevlerinin ve fonksiyonlarının sınırsız,
buna karşın, aşırı devlet müdahalesinin sözkonusu olduğu bir ekonomik düzende,
sonuç olarak, bireylerin ekonomik özgürlükleri sınırlanmış olur. Ekonomide serbestlik,
liberal ekonomik düzenin temel taşı, olmazsa olmaz koşuludur.
Şüphesiz, demokrasi olmadan da liberalizm yaşayamaz.
Hür düşünce, din ve vicdan hürriyeti ancak demokratik bir rejimde sözkonusu
olabilir. Demokratik bir rejimde parlamentonun ve siyasal iktidarın güç ve
yetkileri sınırlandırılmadığı takdirde totaliter rejime doğru yol almak
kaçınılmaz olur.
Demokratik ve liberal bir toplum ancak liberal
demokrasi ya da anayasal demokrasi ile gerçekleştirilebilir. Liberal demokrasi,
toplumsal uzlaşma ve sözleşme metni olarak kabul edilen anayasalarda, devletin
güç ve yetkilerinin sınırlandırıldığı, bireysel hak ve özgürlüklerin güvence
altına alındığı bir yönetim şeklidir. Bir başka ifadeyle, liberal sosyal
düzenin ilkeleri üzerinde toplumsal uzlaşmanın sağlandığı, siyasal iktidarların
hukuk kurallarının sınırları içinde güç ve yetkilerini kullandığı yönetim şekli
liberal demokrasidir.
Çağdaş demokrasilerde sınırsız siyasal güç söz
konusudur. Sınırsız demokrasi anlayışının temel kaynağı Rousseau'nun Halk
Egemenliği teorisine dayanır. Rousseau, çoğunluk iradesini ve tercihini, halkın
iradesi ve tercihi olarak kabul eder.
Gerçek demokrasi, çoğunluk egemenliğini değil,
halkın egemenliğini savunur. Gerçek demokraside çoğunluk oylarına sahip bir
iktidarın yetkilerinin sınırsız olmaması gerektiği savunulur.
Çağdaş demokrasilerde yöneticiler sınırsız güç ve
yetkilere sahip durumdadırlar. Gerçek demokrasi için, halk adına devleti
yönetenlerin güç ve yetkileri mutlaka hukuk kuralları ile sınırlandırılmalıdır.
Sınırlandırılmış ve hukuk kurallarına bağlı bir devlet yönetimi demarşidir.
Demarşi, demokrasiden daha iyi yönetimdir.
Oybirliği demokrasisi (Doğrudan Demokrasi) günümüz
açısından ütopyadan öteye bir anlam taşımamaktadır. Ancak oybirliğine dayalı
olmayan bir demokrasi hiçbir zaman mükemmel bir yönetim sistemi olamaz.
Günümüzde çoğunluk egemenliğine dayalı bir temsili demokrasi
"realite" olarak varlığını sürdürmektedir. Çoğunlukçu temsili
demokrasi "ideal" değil, ancak "kötünün en iyisi" bir
rejimdir. Günümüzde uygulanan çoğunlukçu temsili demokrasi daha iyi bir yönetim
sistemi mevcut olmadığı için kabul etmek zorunda olduğumuz bir yönetim
sistemidir. Demokrasinin çoğunluk despotizmi ve keyfiyete dayalı bir oligarşik
rejim olmaması için önemli olan, katılımcı-uzlaşmacı-oybirliğine yakın bir
sistemi uygulanabilir yapmaktır.
Demokrasi, tüm otoriter rejimlere karşıdır. Eski
çağlardan günümüze değin hep halkın değil, bir kişinin yönetimi ve egemenliği
(monarşi, despotizm, tiranlık, krallık, imparatorluk, diktatörlük vs.) veyahut
da bir grubun ya da zümrenin yönetimi ve egemenliği (oligarşi, teokrasi,
aristokrasi, plütokrasi, timokrasi vs.) sözkonusu olmuştur. Halkın egemenliğini
temsilcileri aracılığıyla kullandığı iddia edilen demokratik rejimlerde
(temsili demokrasi, yarı doğrudan demokrasi) ise, çoğunluğun egemenliği ve
tahakkümü söz konusu olmuş, azınlık hakları ise istismar edilmiştir. Çoğunlukçu
demokrasi anlayışında halk dört ya da beş yılda bir göstermelik seçim
sandıklarına giden "çağdaş köle" durumuna düşürülmüştür.
Eski antik çağlardan günümüze değin "güç"
her zaman "güçlünün" elinde olmuştur. Eski Mısır teokrasisi'nde tanrı
kimliğindeki Firavun halkın sesi olduğunu iddia etmiştir. Atina Şehir
Devleti'nde köleler siyasal toplumdaki haklardan dışlanmış, sömürülmüş ve
soyluların egemenliği (aristokrasi) sözkonusu olmuştur. Tarih içerisinde
kralların, sultanların, imparatorların ve diktatörlerin egemenliği var
olmuştur. Oysa, gerçek demokrasi için, halkın gerçek iradesini temsil eden bir
yönetimin iktidarda bulunması önemlidir.
Gerçek demokraside prensip olarak "temsili
vekalet" değil "emredici vekalet" geçerlidir. Bunun anlamı
şudur: Egemenliğin gerçek sahibi olan halk, temsilcilerine kendilerini
yönetmeleri için bir vekalet vermektedir. Bu içi boş bir vekâlet değildir. Daha
açık bir ifadeyle halk, temsilcilerine seçim yoluyla verdiği vekalet içerisinde
vekillerinin anayasada belirtilen çerçevede güçlerini ve yetkilerini
kullanmalarını istemektedir. Yöneticilerin anayasayı ihlal etmeleri halinde,
emredici vekaletin gereği yöneticiler azledilebilirler.
Serbest
piyasa ekonomisinin tam anlamıyla işleyebilmesi için, devletin güç ve
yetkilerinin, görev ve fonksiyonlarının zaman ve mekan faktörleri ile ülkenin
sosyo-ekonomik şartları dikkate alınmak suretiyle tespit edilmesi gerekir. Açık
ve serbest toplum için, sınırlı devlet ve sınırlı demokrasi (Demarşi) ilkeleri
önem taşımaktadır.