Yerkabuğu içindeki kırılmalar nedeniyle ani olarak ortaya çıkan
titreşimlerin dalgalar halinde yayılarak geçtikleri ortamları ve yeryüzeyini
sarsma olayına "DEPREM" denir.
Deprem, insanın hareketsiz kabul ettiği ve güvenle ayağını bastığı toprağın
da oynayacağını ve üzerinde bulunan tüm yapılarında hasar görüp, can kaybına
uğrayacak şekilde yıkılabileceklerini gösteren bir doğa olayıdır.
Depremin nasıl oluştuğunu, deprem dalgalarının yeryuvarı içinde ne şekilde
yayıldıklarını, ölçü aletleri ve yöntemlerini, kayıtların değerlendirilmesini
ve deprem ile ilgili diğer konuları inceleyen bilim dalına
"SİSMOLOJİ" denir.
Dünyanın iç yapısı konusunda, jeolojik ve jeofizik çalışmalar sonucu elde
edilen verilerin desteklediği bir yeryüzü modeli bulunmaktadır. Bu modele göre,
yerkürenin dış kısmında yaklaşık 70-100 km.kalınlığında oluşmuş bir taşküre
(Litosfer) vardır. Kıtalar ve okyanuslar bu taşkürede yer alır.Litosfer ile
çekirdek arasında kalan ve kalınlığı 2.900 km olan kuşağa Manto adı verilir.
Manto'nun altındaki çekirdegin Nikel-Demir karışımından oluştuğu kabul
edilmektedir.Yerin, yüzeyden derine gidildikçe ısının arttığı bilinmektedir.
Enine deprem dalgalarının yerin çekirdeğinde yayılamadığı olgusundan giderek
çekirdeğin sıvı bir ortam olması gerektiği sonucuna varılmaktadır.
Manto genelde katı olmakla beraber yüzeyden derine inildikçe içinde yerel
sıvı ortamları bulundurmaktadır.
Taşküre'nin altında Astenosfer denilen yumuşak Üst Manto
bulunmaktadır.Burada oluşan kuvvetler, özellikle konveksiyon akımları nedeni
ile, taş kabuk parçalanmakta ve birçok "Levha"lara bölünmektedir. Üst
Manto'da oluşan konveksiyon akımları, radyoaktivite nedeni ile oluşan yüksek
ısıya bağlanmaktadır. Konveksiyon akımları yukarılara yükseldikçe taşyuvarda
gerilmelere ve daha sonra da zayıf zonların kırılmasıyla levhaların oluşmasına
neden olmaktadır. Halen 10 kadar büyük levha ve çok sayıda küçük levhalar
vardır. Bu levhalar üzerinde duran kıtalarla birlikte, Astenosfer üzerinde sal
gibi yüzmekte olup, birbirlerine göre insanların hissedemeyeceği bir hızla
hareket etmektedirler.
Konveksiyon akımlarının yükseldiği yerlerde levhalar birbirlerinden
uzaklaşmakta ve buradan çıkan sıcak magmada okyanus ortası sırtlarını
oluşturmaktadır. Levhaların birbirlerine değdikleri bölgelerde sürtünmeler ve
sıkışmalar olmakta, sürtünen levhalardan biri aşağıya Manto'ya batmakta ve
eriyerek yitme zonlarını oluşturmaktadır. Konveksiyon akımlarının neden olduğu
bu ardışıklı olay tatkürenin altında devam edip gitmektedir.
İşte yerkabuğunu oluşturan levhaların birbirine sürtündükleri, birbirlerini
sıkıştırdıkları, birbirlerinin üstüne çıktıkları ya da altına girdikleri bu
levhaların sınırları dünyada depremlerin oldukları yerler olarak karşımıza
çıkmaktadır. Dünyada olan depremlerin hemen büyük çoğunluğu bu levhaların
birbirlerini zorladıkları levha sınırlarında dar kuşaklar üzerinde
olusmaktadır.
Yukarıda, yerkabuğunu oluşturan "Levha"ların, Astenosferdeki
konveksiyon akımları nedeniyle hareket halinde olduklarını ve bu nedenle
birbirlerini ittiklerini veya birbirlerinden açıldıklarını ve bu olayların
meydana geldiği zonların da deprem bölgelerini oluşturduğunu söylemistik.
Birbirlerini iten ya da diğerinin altına giren iki levha arasında, harekete
engel olan bir sürtünme kuvveti vardır. Bir levhanın hareket edebilmesi için bu
sürtünme kuvvetinin giderilmesi gerekir.
İtilmekte olan bir levha ile bir diğer levha arasında sürtünme kuvveti
aşıldığı zaman bir hareket oluşur. Bu hareket çok kısa bir zaman biriminde
gerçekleşir ve şok niteliğindedir. Sonunda çok uzaklara kadar yayılabilen
deprem (sarsıntı) dalgaları ortaya çıkar.Bu dalgalar geçtiği ortamları sarsarak
ve depremin oluş yönünden uzaklaştıkça enerjisi azalarak yayılır. Bu sırada
yeryüzünde, bazen gözle görülebilen, kilometrelerce uzanabilen ve FAY adı
verilen arazi kırıkları oluşabilir. Bu kırıklar bazen yeryüzünde gözlenemez,
yüzey tabakaları ile gizlenmiş olabilir. Bazen de eski bir depremden oluşmuş ve
yerüzüne kadar çıkmış, ancak zamanla örtülmüş bir fay yeniden oynayabilir.
Depremlerinin olusumunun bu sekilde ve "Elastik Geri Sekme Kuramı"
adı altında anlatımı 1911 yılında Amerikalı Reid tarafından yapılmıştır ve
laboratuvarlarda da denenerek ispatlanmıştır.
Bu kurama göre, herhangibir noktada, zamana bağımlı olarak, yavaş yavaş
oluşan birim deformasyon birikiminin elastik olarak depoladığı enerji, kritik
bir değere eriştiğinde, fay düzlemi boyunca var olan sürtünme kuvvetini
yenerek, fay çizgisinin her iki tarafındaki kayaç bloklarının birbirine göreli
hareketlerini oluşturmaktadır. Bu olay ani yer değiştirme hareketidir. Bu ani
yer değiştirmeler ise bir noktada biriken birim deformasyon enerjisinin açığa
çıkması, boşalması, diğer bir deyişle mekanik enerjiye dönüşmesi ile ve sonuç
olarak yer katmanlarının kırılma ve yırtılma hareketi ile olmaktadır.
Aslında kayaların, önceden bir birim yerdeğiştirme birikimine uğramadan
kırılmaları olanaksızdır. Bu birim yer değiştirme hareketlerini, hareketsiz
görülen yerkabuğunda, üst mantoda oluşan konveksiyon akımları oluşturmakta,
kayalar belirli bir deformasyona kadar dayanıklılık gösterebilmekte ve sonrada
kırılmaktadır. İşte bu kırılmalar sonucu depremler oluşmaktadır. Bu olaydan
sonra da kayalardan uzak zamandan beri birikmiş olan gerilmelerin ve enerjinin
bir kısmı ya da tamamı giderilmiş olmaktadır.
Çoğunlukla bu deprem olayı esnasında oluşan faylarda, elastik geri sekmeler
(atım), fayın her iki tarafında ve ters yönde oluşmaktadırlar.
FAYLAR genellikle hareket yönlerine göre isimlendirilirler. Daha çok yatay
hareket sonucu meydana gelen faylara "Doğrultu Atımlı Fay"denir.
Fayın oluşturduğu iki ayrı blokun birbirlerine göreli olarak sağa veya sola
hareketlerinden de bahsedilebilinir ki bunlar sağ veya sol yönlü doğrultulu
atımlı faya bir örnektir.
Düsey hareketlerle meydana gelen faylara da "Egim Atımlı
Fay"denir. Fayların çoğunda hem yatay, hem de düsey hareket bulunabilir.
Depremler oluş nedenlerine göre degişik türlerde olabilir. Dünyada olan
depremlerin büyük bir bölümü yukarıda anlatılan biçimde oluşmakla birlikte az
miktarda da olsa baska doğal nedenlerle de olan deprem türleri bulunmaktadır.
Yukarıda anlatılan levhaların hareketi sonucu olan depremler genellikle
"TEKTONİK" depremler olarak nitelenir ve bu depremler çoğunlukla
levhalar sınırlarında olusurlar.Yeryüzünde olan depremlerin %90'ı bu gruba
girer. Türkiye'de olan depremler de büyük çoğunlukla tektonik depremlerdir.
İkinci tip depremler "VOLKANİK" depremlerdir. Bunlar volkanların
püskürmesi sonucu oluşurlar.Yerin derinliklerinde ergimiş maddenin yeryüzüne
çıkışı sırasındaki fiziksel ve kimyasal olaylar sonucunda oluşan gazların
yapmış oldukları patlamalarla bu tür depremlerin maydana geldiği bilinmektedir.
Bunlar da yanardağlarla ilgili olduklarından yereldirler ve önemli zarara neden
olmazlar. Japonya ve İtalya'da olusan depremlerin bir kısmı bu gruba
girmektedir. Türkiye'de aktif yanardağ olmadığı için bu tip depremler
olmamaktadır.
Bir başka tip depremler de "ÇÖKÜNTÜ" depremlerdir. Bunlar yer
altındaki boşlukların (mağara), kömür ocaklarında galerilerin, tuz ve jipsli
arazilerde erime sonucu oluşan boşlukları tavan blokunun çökmesi ile oluşurlar.
Hissedilme alanları yerel olup enerjileri azdır fazla zarar getirmezler. Büyük
heyelanlar ve gökten düşen meteorların da küçük sarsıntılara neden olduğu
bilinmektedir.
Odağı deniz dibinde olan Derin Deniz Depremlerinden sonra, denizlerde
kıyılara kadar oluşan ve bazen kıyılarda büyük hasarlara neden olan dalgalar
oluşur ki bunlara (Tsunami) denir. Deniz depremlerinin çok görüldüğü Japonya'da
Tsunami'den 1896 yılında 30.000 kisi ölmüstür.



