Farabi Türk-İslam
filozofudur. Batı
kaynaklarında adı latince
olarak Alphorabius şeklinde
geçer. İlk öğrenimini
doğduğu ilde, yüksek öğrenimini
Bağdat’ta yaptı. Zamanın ünlü bilginlerinden,
bu arada hıristiyan
filozofu Ebu Bisr
Mate Bin Yunus’tan
İsogaca ve mantık
Ebu Bekr ibn-i el
Sarraç’tan nahiu
(dilbilgisi) dersleri aldı.
Harran’da felsefe ile
ilgili çalışmalar yaparken
tanıdığı Yuhanna Bin
Heylan’dan ders aldı.
Aristoteles’in ortaçağda bilinen
eserlerini inceleyerek gezimciler (messaiyün) adlı
felsefe okulunun görüşlerini
öğrendi.
Birçok illeri
gezdikten sonra Halep’e
gitti. Nedameni hükümdarlarından Sseyfiddevle’nin sarayında
bir süre kaldı.
Hayatı hakkında bilgi
verenler Ebul Hasan
el Beyhaki, İbn
Ebu Usebiye gibi
kendisinden yüzlerce yıl
sonra yaşamış yazarlardır. Bu yüzden
yazdıklarının kesinliğinden anlattıklarının doğruluğundan
her zaman şüphe
edildi. Bunlar Farabi’nin
gerçek hayatından çok
efsanelerden söz eden,
düşünce düzeniniden yoksun
eserlerdir. Anlattıkları bir filozofa
değil bir ermişe
yakışacak niteliktedir. Yaygın
bir ünü olmayan
Farabi ölümünden sonra
Batı’da Ortaçağ hıristiyan
filozoflarının ilgisini çekti.Din
felsefesinin yaygın olduğu
sürece yalnız bir
konuyla ilgilenenlerin atnıdığı
bir bilge olarak
kaldı. Aziz Augistunus’tan sonra
hızla gelişen patristik
felsefesi Aristoteles ve Eflatun’
arapça tercümeler yardımıyla
tanıyınca; islam filozofları birer
kaynak oldu.
Farabi’nin Aristotelesçi ortaçağ
filozofları üzerindeki etkisi
Codaba’lı İbn-i Rüşd’e
karşı ilgi yüzündendir. İbn-i Rüşd’ü
Aristoteles’in en güvenilir
yorumcusu olarak tanıyan
Patriks Felsefe okulu
Farabi’yi de tanıma,
okuma gereği duydu.
Bütün bunlara karşılık
Farabi’nin ortaçağ Avupa’sında
bütün olarak bütün
eserlerini batı dillerine (o
çağda latence ve
grekçe bilim dillerine)
aktarıldığını gösteren elimizde
belgeler yoktur. Ancak grek-latin
ilkçağ kültürünü, felsefesini
daha çok arapça
çevirilerden tanıyan Ortaçağ
bu Aristotelesçi İslam
filozofunun eserlerinden önce
ve sonra gelen
İslam filozofları arasında
Batı’nın başvurduğu en
önemli kaynaklardan birisidir.
Özellikle Aristotelesçi felsefe
batı ülkelerinde yayılmaya
başlayınca hristiyan diliyle
Eflatun-Aristoteles
felsefesi arasında uzlaştırma
yapmaya koyulun bütün
düşünürler, kilise babaları
arapça eserlerden çok
yararlandılar. Farabi’nin
Batı’da bir bütün
olarak tanınması eserlerinin
topluca ele alınması
yakın yüzyıllarda mümkün
oldu. Alman doğu
araştırmaları uzmanı arsında
Schmölders (1856) ile
Steinchmeider (1869) Farabi’nin
eserlerini inceledi. Avrupa
kütüphanelerinde bulduğu el
yazmalarını iki kitap
olarak yayımladı. Son
zamanlarda bütün avrupa
dillerinde Farabi sütüne
araştırmalar, incelemeler, derli
toplu yorumlar yapıldı.
Felsefeye mantık yoluyla
girin Farabi, daha
çok metafizik üzerinde
durdu, felsefe ile
İslam dini arasındaki
ayrılıkları, uyuşmazlıkları, çelişmeleri
mantık ilkelerine dayanarak
gidermeye çalıştı.
Felsefenin temelinde dini
değişmez bir öz
olarak aldı ve
Aristoteles mantığının verilerini
ğöz önünde tutarak
İslam dininin felsefe
açısından ele alınmasını
gerekli gördü. Dinle
felsefenin ayrılmaz bir
bütün olduğunu,
uyuşmazlıkların temelde değil,
dışta kalan yorumlarda,
düşüncelerin değerlendirilmesinde görüldüğünü
ileri sürdü. Farabi,
belli düşünce ve
anlayış ölçüleri içinde
İslam dinine felsefi
bir nitelik kazandırmaya
çalıştığından Doğu’da İslam
felsefesinin ilk kurucusu
sayılmaktadır.
Farabi Ortaçağ İslam
düşüncesine, ilkelerini Aristoteles’in eserlerinden
alan, mantık ve
kavramcılığı getirdi. Kendisinden
önce gelenlerin kaynağını
eski Anadolu filozoflarında bulan
tabiatçı felsefesini bir
yana atarak zihinci
felsefeye yöneldi. Zihinci
felsefesinin en güvenilir
ilkesi Aristoteles mantığına
dayanan akıldır. İnsan
zihni aklın ilkelerine
mantığın kurallarına uyarak
işleyeceği kuralları çözümleyebilir. Düşünce
de felsefe konularını
açıklama ve yorumlamada
aklın ışığına başvurulması
gereken tek aydınlatıcı kaynaktır.
Farabi’nin görüşü,
düşünceleri yayılınca kelam gibi
İslam bilimlerinde kullanılan
bütün kanıtlar mantıktan,
mantığın önermelerinden alındı.
Daha önce El
Kindi ile başlayan
Aristotelesçi felsefe Farabi
ile sınırları belirli
konuları belli bir
sistem niteliği kazandı.
Eserlerinde temel konu
Aristoteles ile hocası
Eflatun arasındaki uyuşmazlığı
gidermektir. Ona göre
hocası ile öğrenci
arasında görülen düşünce
çatışmasını özde, varlığa
bakış açısını değil
her ikisinin eserlerini
yorumlamada, kavramları değişik
anlamlarda kullanmasıdır. Farabi,
Eflatun ve Aristoteles’i
uzlaştırma konusunda arapça
eser yazan ilk
İslam filozofudur.
Felsefe konusunda giriştiği
çalışmanın başlıca amacı
İslam diniyle Eflatun,
Aristoteles felsefesini bağdaştırmak,
dinle felsefe arasında
öteden beri sürtüşegelen
çatışmayı gidermekti. Bu
anlamdaki düşüncelerini belli
bir felsefe düzeni
içinde vermesi, dini,
felsefenin temel taşı
yapma çabası bu
yüzdendir. Ona göre
din ile felsefe
birbirinden ayrılamaz, felsefe
dinin yardımcısıdır. Din
konuları dışında ve
dine karşı bir
felsefe olamaz. Felsefe
ile din arsında
birtakım anlaşılmaz, kapanmaz
uçurumlar koyanlar, bu
iki düşünce alanını
birbirinden ayrı göstermeye
çalışanlardır. İlkçağ
filozoflarının düşünceleri yeni
doğan bir dinin
dogmalarından başka bir şey
değildir. Felsefenin amacı
zamanla birbirinden ayrılan,
çatışır gibi görünen
bu temel dogmaların
özündeki birliği köklü
uyumu bulup ortaya
çıkarmak olmalıdır.
Farabi’nin düşünce düzenindeki
çıkış yeri, illet-i üla
(ilk neden) dediği
ve kökü Aristoteles’te bulunan
“varlığın ilk nedeni “
ilkesidir. Felsefenin temeli
budur. Farabi’ye göre
gerçeğin araştırmasında tutulacak
yol, ruhun bütün
kuşkulu eğilimlerden arınma,
dıştan gelen geçici
ve temelsiz, daha
çok duyu verilerine
dayanan etkilerden sıyrılma,
aşkın bir bütün
olarak önderleğine, yol
gösterici niteliğine bağlanmasıdır. Onun
anladığı aşk, duyguya
dayanan, kökünü insan
hayatının geçici bir
eyleminde bulan başkasını
sevme değil, ruhun,
tam bir coşkunluk
içinde sonsuz, yüceler
yücesi olan Tanrı’ya
bağlanmasıdır. İnsan, ancak
böyle sınırsız, karşılıksız
bir sevgi akışı
içinde gerçeği kavrayabilir.
Aşk felsefede, konusu
gerçeği bulmak, yorumlamak
veya açıklamak olan
düşünce düzeninde, akla
ışık tutan, onu
duyuların yanıltıcı, gerçekten
uzaklaştırıcı etkisinden kurtaran,
tek aydınlatıcı kaynaktır,
temel kuraldır. Aşksız
akıl başarısız bir
ilke, akılsız aşk
ise kendini sonsuzluğa
kaptırmış, yönü belli
olmayan bir doğrultuda
akıp giden sınırsız
coşkunluktur. Felsefe
yapmak, aşk ile
aklın,belli ve sürekli
bir uyum içinde
adım adım aydınlatıcı,
güçlükleri ortadan kaldırıcı,
çözümleyici bir düşünce
eylemidir. Bu düzenli
eylem insan, varlığın
temel ilkelerini kavrar,
yaratıcı ve sınırsız
öze, sonsuz güce
yaklaşır, hakikati anlama
yolunu bulur. İnsan
madde ile sınırlı
varlığını derin bir
düşünce içinde aşmaya
başlayınca yavaş yavaş
gerçeğe, oluşun temelinde
yatan üstün ilkeye,
yaratıcı özün kaynağına
varır, bilinmeyenin sınırlarını
tanır, görünenin arkasındaki
görünmeyene ulaşır. İşte
felsefe aşk ve
akıl yardımı ile
bilinenden kalkıp bilinmeyeni
aramak, bilineni aşıp
bilinmeyenin kaynağına varmaktır.
Varlığın bütününü kavramak
isteyen bir düşünce
düzeninin evrene bakış
açısı insana yönelmelidir,
çünkü insan özünde
taşıdığı değerler yüzünden
Bütün’ün örneği, evrenin
özetidir.
Aristoteles mantığına dayanan
Farabi mantığı üç
ana bölüme ayrılır.
İlkler(el-mebadi), kanıtlama
(el-burhan), sonuçlama (el-istintaç).
Mantığın ana ilkesi
kanıtlamadır. Kanıtlama ikiye
ayrılır. Örnekler (et-tastikat). Kavramlar (et-tasavvurat). Farabi’nin
et-tasavvurat dediği kavramların
kaynağı varlık türlerinin,
özellikle eşyanın tek
tek algılarıdır. Bu
algılarla ortaya çıkan
ilkel izlenimler (basit
sureler), akıl ve ruhtan
gelenlerle birleşerek mantığın
temel kavramlarını kurar.
Kavramlar, insan akıl
ve ruhunun özünde
belli nitelikler kazanan
birer varlıktır. Farabi’ye
göre, duyularla gelen
varlık algıları akıl
ve ruhtan gelen
tasavvurlarla (kavramlarla) birleşerek kesinlik
kazanır. Mantığın temel ilkelerinden
biri olan kanıtlama
(el burhan) kesin
yargıya varabilmenin tek
yoludur. Aristoteles mantığında
yer alan ve
varsa Farabi’de de
vardır. Farabi mantığı,
ortaçağda, İslam düşüncesinin
gelişmesinde ana kaynak
olan, yeniden uygulanan
bir Aristoteles mantığıdır.
Kanıtlama (el burhan) yalnız gerçeğe
ulaşmak için bir
yol değildir. Özellikle hakikatin
kendisini, özünü gösteren
kurallarına uyma gereklidir.
Bu bakımdan Farabi’nin
düşünce düzeninde, Aristoteles’inkine karşıt
olarak şiirin yeri
yoktur. Şiir bir
hayal kurma ürünüdür,
aklın ölçüleri, mantığın
verileri dışında kalır. Kanıtlamanın yollarından
biri akılyürütmedir
(el-istitlat), o da
zaruri (zorunlu), mümkün
(olabilir), iknaidir (insanı ki
olabilenin bileşimine götürme
yolu). İknai’nin dayandığı temel
ilkelere tekaif-i edille(yeterli kanıtlar)
denir. Ez-zaruri
(zorunlu)fiziğin de metafiziğin
de temelidir. Akılyürütme (el-istitlal), adı
geçen üç ilkeden
birinin eksikliği durumunda
geçerlilik kazanamaz. Bu
üç ilke birbirini gerektirir, birbirinin
bütünleyicileridir. Farabi, düşünce
düzeninde metafiziğe geniş
yer verir Metafiziğe göre,
bütün varlıkların özü
Tanrı’dan gelir. Tanrı
varlık düzeni içende
en yüksek basamaktadır.
Tanrı yalnız kendi
kendisiyle vardır, varlğını
başka bir varlığa
borçlu değildir, bağımsız özdür, varlık
Tanrı’nın özü gereğidir.
O kendi özüyle
var varolduğundan vacibülvücud’tur, Vacibülvücud (varlığı kendi
özünü gerekli kilar)
zatında (özünde) zaruri’dir (gerekli-zorunlu). Eşi, benzeri,
yakını, kendi oluş
özünden başka ilkesi
yoktur. Tek’tir. Et-tam’dır (en olgun
en bütüncül). Tanrı’nın
birliği kendi özünden
dolayı gereklidir. Varlığı
hiç bir maddeyi, hiçbir “suret”
ve “illet”i gerektirmez.
Özü ve varoluşu
kendine “has”tır. Onun
“zat” ve “mevcudiyeti”i başka
bir varlıkla karşılaştırılamayacak kadar
“mükemmel”dir. Farabi’nin metafiziği
yeni bir görüş
getirmez, özellikle Füsüs-ül-Hikem adlı
eserinde Aistoteles ve
Eflatun’da eksik bulduğu
yerleri Plotinos’un görüşleriyle
tamamlamaya çalışır. Tanrı
ile ilgili görüşlerinin
kaynağında Plotinos’un zat-ı
ecell (en yüce varlık) ve
zat-ı ala (en yüksek varlık)
anlayışı bulunur. Eflatun’un “idea”lar
öğretisinde, idealar için
düşündüklerini Plotins’un açıklama
ve yorumlarıyla birleştirerek
Tanrı’yı nitelemede, anlatmada
kullanılır. Tanrı’yı kavrama
temeldir, bütün varlık
türlerinin ana ilkesidir.
Varlığın (eşyanın) altı ilkesi (mebalesi) vardır.
a) İllet-i üla =(tanrısal ilke, tanrısal oluş
ilkesi)
b) Tali ilkeler =(gök
kürelerin özünü kuran akıllar)
c) El-akl-ü faal =(eylemde bulunan
akıl, yaratıcı akıl)
d) Nefs
e) Suret
f) Mücerred madde.
Bu
temel ilkelerden
(illetlerden) birincisi mutlak
vahdeti (kesin birliği), ötekiler
çokluğu (kesreti) gösterir. Tanrı’nın
varlığını, yüceliğini birliğini
kanıtlamanın yolları akıl, ilham
ve istiğrak’tır(kendisinden geçiş
coşkunluğu). Vahdet (birlik ve
hakikatin kanıtlanması) ancak
ilhamla oluşur. Farabi’nin
Aristoteles’ten ayrıldığı en
önemli görüşlerden biri
burada ortaya çıkar.
Aristoteles’e göre Tanrı
evrenin merkezindedir, bütün
varlık türlerini sonsuz
bir bütünlük içinde
görüp bilmeden hayr (en
iyi) ile yönetir.
Evren yaratılmış değildir (kadim), kendiliğinden
vardır. Eflatun’un Demiorgos’u
evrenin yöneticisidir, yaratma
gücü olmayan bir
tanrı durumundadır. Farabi’di
ise Tanrı evrenin
yaratıcısıdır, evren mahluk (yaratılmış), tanrı
haliktir (yaratıcı).
Tanrı
evrenin genel yasalarını,
küililer denen genel
kurallarını bilir. Bu genel
kurallar bütün varlık
türlerinin temelidir. Tanrı
bunları bilir fakat
görmez. Tanrı bildiği temel
kurallarla evreni eksiksiz,
uyumlu b.ir düzen
içinde yönetir. Varlık
türlerinin en küçük
ayrıntılarını (teferruatını)
bilmez. Bu görüş
Farabi’yi Kuran’ın ileri sürdüğü
bazı düşüncelerle karşı
tarşıya getirir. Kuran’a
göre Tanrı varlık
kavramı altında toplanan
herşeyi bilir ve
görür, en ince
ayrıntılara kadar yönetir.
Farabi’nin fiziği
de metafiziğine bağlıdır. Evrenin oluşu, ruhlarla ilgili
görüşü arasında kaynak
ve açıklama bakımından
benzerlik bulunur. Ona
göre Demoğritos tarafından
ortaya atılan atom
yoktur, Aristoteles’in ileri
sürdüğü madde ve suret vardır. Eşyanın oluşunda
madde ve suret
iki temel ilkedir. Her
ikiside birbirini gerekli
kılar. Farabi, bu konuda
metafizik bir gerçekçiliğe (determinism’e ) yönelir
Onuncu akıldan (el-akl-ül-faal), Aristoteles’in ule,
dediği bir madde
doğdu. Bu madde (ule,
sonradan hyle, heyule adlarını
alarak islam düşüncesine
yerleşir) tektir, değişik
biçimlere girme yeteneği,
kendi suretinden başka
biçimler alma gücü
vardır. Bilinen bütün
varlıklar ve suretler,
öteki akılların yardımı
ile el-akl-ül faal’den
çıkmıştır (sudur etmiştir). Evrenin
ve eşyanın özünü
kuran dört ilke (toprak,
hava, ateş, su )
bu ilk maddeden
doğmuştur. Varlık türlerinin
ana kaynağı olan
bu dört ilke
belli ölçüler içinde
birbiriyle kaynaşır, ayrışır.
Dört ilkenin özündeki
nitelikler, bizi çevreleyen
evrenin, varlık türlerinin
özünde de değişik
biçimlerde vardır. İçinde bulunduğumuz
evrenin (el-alem)louşu bu
dört ilkenin birbiriyle
birleşmesi sonucudur. Farabi’nin,
Demokritos’un ortaya atıp
Epikuros ve öteki
atomcuların geliştirdiği atom
görüşüne karşı çıkmıştır.
Eflatun ve Aristoteles
felsefesinden dolayıdır.
Farabi, din’de
kendinden önce gelen ve
maddeyi, evreni temel
varlık olarak alan
İslam filozoflarından; özellikle
maddeciliği, Demokritos’un atomculuğuna
benzer bir görüşte
açıklamaya çalışışanlardan, bazı
konularda ayrılır. Onlarla
sadece maddenin ilksiz
ve sonsuz (ezeli) olduğu
konusunda birleşir. Farabi’ye
göre madde ezelidir.
Ruh bedenden (gövdeden) sonra
yaratılmıştır. Öteki İslam
düşünürlerinin, dolayısıyla dinin
ileri sürdüğü gibi:
ruh insan varlığından,
gövdesinden binlerce yıl
önce, “alem-i ezel’de” yaratılmış,
sonradan gövdeye yerleştirilmiş bir
varlık değildir. Ruhun
ortaya çıkışı gövdeden
sonradır. Gövdeden sonra
ruh kendini sürdürmez,.
Ruh, ancak bir
görüş, bir kültür
ürünü gibi düşüncelerin
birlik ve bütünlüğü
içinde, kendini sürdüren
insanlık evreninde vardır. Ruh,
bütün insanlık evrenini
bir bütün olarak
kaplayan, ölmeyen birliğe
ulaşmış düşüncedir. Doğu
felsefesinde, özellikle İslam
düşüncesinde bu görüş
yenidir. Bu konuda
Farabi’nin felsefesi ile
din arasında bir
durum vardır. Farabi’nin
görüşü ile dinin
ileri sürdüğü inanç
düzeni sürekli bir
çatışma içindedir. Farabi’ye
göre peygamberlik de
sonradan kazanılmış bir
niteliktir. İnsan aklının
kutsal bir aşamaya
ulaşması ona peygamberlik
niteliklerini kazandırır. Peygamberlik,
gelişen, belli ve
olumlu ölçüler içinde
ilerleyen insan aklının
bir başarısıdır.